"Cinler" üzerine
Cinler, öyle sanıyo
rum ki en çok etkilendiğim Dostoyevski romanı. Belki hangi romanını bitirsem peşinden böyle düşünüyorum. Dostoyevski romanlarının en dikkat çekici özelliği, içinde onlarca fikri barındırması. Tek bir görüş, tek bir fikir yoktur onun romanlarında; adeta düşünceler at koştururlar doludizgin. Yorucudur bu açıdan. Bir konuyu ele alıp onu irdelemez, pek çok fikri iç içe, birbiriyle çatıştırarak ve hep uçlarını açık bırakacak şekilde yazar. Asla net bir fikirle çıkılmaz onun dünyasından. Zaten, Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan da budur bence. Akıl almaz düşünselliği.
Cinler, netameli bir atmosfer içinde, tuhaf bir şehirde başlar. Daha kitabın başında, ustalıkla hazırlanmış bir sahnede bütün roman kahramanlarına geçit töreni yaptırır yazar. Bir sahneyle her bir kahramanı, kahramanların aralarındaki ilişkileri, dertlerini ve amaçlarını okuyucuya iletiverir. Kurgusal açıdan çok başarılı bir giriş bölümü vardır romanın. Gelişme bölümü ise nispeten dağınıktır. Eklektik bölümler içerir hatta. Zaten öyledir ki gelişme bölümünde düğümü kopmaz romanın, sonuç kısmına sarkar. Sonuç ise hem heyecanlı, hem etkileyici hem de tutarlıdır ama yazarın sıkılıp da biraz kısa kestiği duygusunu bırakır okuyanda.
E.H.Carr, “Dostoyevski” adlı biyografisinde; Dostoyevski’nin romana başladığı dönemde kafasında “Büyük Bir Günahkârın Hayatı” olduğu için, romanı ilk kurguladığı şekilde sürdüremediğini öne sürer. Başta, kahraman Stepan Trofimoviç iken, kitabın ortalarına doğru Piyotr Verhovenski, Stavrogin ve Krillov romanın başını çekerler. Romanın sonunda ise, ilk kurgulandığı şekilde Stepan Trofimoviç yeniden odak kişi oluverir. Carr’a hak vermemek olanaksızdır, şayet, yukarıdaki yorumları doğrular nitelikte bir açıklama getirmektedir kurgudaki değişkenliğe.
Döneminde yaşanmış ve çokça tepki doğurmuş bir cinayete kayıtsız kalamaz ve bu cinayet ekseninde, o dönem Rusya’sında patlak veren toplumsal gelişmeleri de içine alacak şekilde bir incelemeye girişir Dostoyevski. Cinayet konusunu büyük bir ustalıkla işler. Öncesi, hazırlığı, Nechaev’i simgeleyen Piyotr’un girişimleri, örgüt içindeki fikirler vs. her şey inceden inceye düşünülerek anlatılmaktadır. Ne var ki toplumsal gelişmeler konusunda o kadar derine inememektedir roman. Cinler’in politik bir roman olduğu hatta dünyanın en iyi politik romanı olduğu görüşleri öne sürülmektedir lakin romanda politika yoktur. Politikanın bir topluma ya da ülkeye getirdikleri, politik hareketlenmelerin toplum içinde yarattığı sonuçlar vardır, evet ama politikanın kendisi yoktur romanda. Politik bir önerme, fikirlerin tartışılması, ideoloji, yer bulmaz Cinler’de. Belki, politikanın insanlar üzerindeki yansımalarının konu edildiği söylenebilir.
Cinler’den söz açıldığında, şüphesiz en çok konuşulan, anlatılan karakterler Stavrogin ve Verhovenski’dir. Stavrogin, Nihilist gençler arasında görünen ama aslında tam da onlardan olmayan, sosyopat denilebilecek ölçüde tutarsız davranışları olan, şımarık, yakışıklı, gözde bir delikanlıdır. Verhovenski ise kurnaz, zeki, amacına giden yolda her şeyi yapabilecek, gözü kara bir örgüt lideri olarak görünür. Şatov’un ölümünü hazırlaması ve örgütü bu yolda seferber edebilmesi onun politik ve örgütsel zekâsını gösterir. Fakat işin ilginç yanı, Verhovenski bu cinayeti politik amaçlardan çok kişisel bir kin duygusundan ötürü yapmaktadır. Cinayetin kurbanı Şatov, Verhovenski’nin bencil amaçlarını herkesten önce görmüş, zeki ve iyi yürekli bir gençtir.
Burada bir notu paylaşmak isterim: Şatov’un Dostoyevski’nin kendisinden izler taşıdığı çok söylenmiştir. Bu söylencelerin çıkış noktası ise, Stavrogin’in bir yerde Şatov’u “Tanrısallığı bir milliyetçilik sorununa indirmekle” suçlamasıdır. Çünkü Dostoyevski de gerçekte aynı suçlamayla ya da eleştiriyle karşı karşıya kalmıştır. E.H.Carr, adı geçen eserinde, “Dostoyevski kendini, hakkında çok şey duyduğu bir cinayetin kurbanı olarak dramatize etmiştir,” der. Olaya bu yönüyle bakıldığında, edebiyat tarihi açısından çok ilgi çekici bir konu kendini göstermektedir.
Romanın kurgusu konusundaki yorumlara dönecek olursak, Verhovenski ve onun Şatov’a karşı kini ve bu kinin yol açacağı cinayet ekseninde her şey tutarlıdır. Fakat Stavrogin’in neden bu romanda odak kişi olduğu cevapsız kalan bir sorudur. Olaylara doğrudan bir etkisinin olmadığı gibi, romanın ana ekseninin de üzerinde yer almaz bir türlü, hep kenarda kalır.
Cinler’i büyük roman yapan öğelere gelecek olursam, bunlardan ilki taşıdığı o büyük, akıl almaz öngörüdür derim. Öyle ki, daha 1870’lerde, Rusya’da yaklaşık elli sene sonra vukuu bulacak olaylara ve oluşumlara bir kâhin gibi işaret etmektedir Dostoyevski. Verhovenski’nin örgüt içindeki hiyerarşik kuralları ve gizlilik politikaları vs., Stalinci sistemin katı bürokratik yapısını ve yönetimin bir üst zümrece elde tutuluşu insanı hayran bırakan bir öngörüyle gösterilir.
Cinler’in, ikinci önemli özelliği, taşıdığı ağır, derin felsefi önermelerdir. Her ne kadar romandan söz açıldığında Stavrogin, Verhovenski veya Stepan Trofimoviç konuşuluyorsa da bana göre Cinler’in en büyük değeri Krillov gibi bir karaktere sahip olmasıdır. Edebiyat tarihinde az bulunur ilginçlikte ve özgünlükte bir karakterdir Krillov. Düşünsenize, kendi özgürlüğünü, Tanrı’ya bağımlı olmadığını ispat etmek için intihar etmesi gerektiğine inanan ve de intiharının başka bir işe daha yaraması için (ya da belki kendisi için pek fark yaratmayacağından ötürü) bunun zamanlamasını ‘örgüt’e – yani Verhovenski’ye – bırakan ve kendisine intihar etmesinin söyleneceği günü bekleyen genç öğrenci!
Neler söylemez ki:
“…Yaşam baştan aşağı acı, korkudur. İnsan da mutsuzdur. Bugün her şey acı, korkudur. Bugün insan yaşamı seviyor çünkü acı ile korkuyu seviyor. Böyle olagelmiş. Şimdi acıya, korkuya karşılık yaşam veriliyor; aldandığımız nokta da burası. İnsan, o insan olmadı henüz. Bir gün gelecek, insan bambaşka, mutlu, mağrur olacak. Her kime göre ölümle yaşamak bir olacaksa o olacak sözünü ettiğim insan! Acı ile korkuyu kim yenerse Tanrı o olacak. Öteki Tanrı ise olmayacak.”
Bu konuşmanın sonunda da o etkileyici önerme gelir Krillov’dan: “Tanrı, ölüm korkusunun acısıdır.”
Başka bir tartışmada ise, “…Tanrı varsa, her şey onun isteğine göre olur,” der, “O’nun buyruğundan dışarı çıkamam. Yoksa, her şey benim isteğime bağlı demektir, özgür olduğumu kanıtlamak zorundayım… Kendimi öldürmek zorundayım, çünkü özgürlüğümün doruğu kendimi öldürmemdedir.”
İntiharına kadar giden zaman diliminde, bazen Stavrogin ile bazen de Verhovenski ile, intihar kavramı üzerine uzun konuşmalara girer. Her konuşmadan da zaferle çıkar. Öyledir ki, karşısındakiler onun önermelerini bir tür şaşkınlıkla karşılarlar – ki muhtemelen bu tür fikirleri ilk defa duymaktadırlar – ve çoğu kez tatmin edici cevaplar vermekten oldukça uzaktırlar. Ne yazık ki suskunluklarını her seferinde ona karşı bir tür küçümseme ile örtmeye çalışırlar. Derken, beklenen an gelir. Kolay değildir korkuyu yenmek. Verhovenski dışarıda, sabırsızlıkla onun tetiği çekmesini beklemektedir. Krillov, karanlık bir odaya girmiş, uzun zamandır beklediği o anı yaşamaktadır. Dakikalar uzar. Krillov, Tanrı’yı yenebilecek midir? Özgürlüğünü kanıtlayabilecek midir? Okurken dahi tüyleri diken diken olur insanın. Sonunda başarır. Genç üniversite öğrencisi, özgürlüğünü kanıtlamış ve Tanrı olmuştur. Ne acıdır ki, bütün bu olan bitenin, Krillov’un büyük davasının farkında bile değildir kimse. Konunun bir başka ilgi çekici yanı da, bütün bu serüvenin, Dostoyevski gibi, “sofu” denilebilecek muhafazakârlıkta bir yazarın kaleminden çıkmış olmasıdır.
Dostoyevski’nin o dönemde kafasında dolanan, “Büyük Bir Günahkârın Hayatı” fikri, Stepan Trofimoviç üzerine başladığı romanı değiştirmeye ve Krillov’u bu romana dâhil etmeye mecbur kılmıştır. Öyle ki, doruk noktasını İvan Karamazov’da bulacak olan “Büyük Günahkâr” köklerini Krillov’dan almaktadır. Zaten Krillov’un, İvan Karamazov’un bir prototipi olduğu öne sürülmüştür.
Son olarak şu söylenebilir ki, Dostoyevski’nin, inanç ve kalp çerçevesinde doruk noktası Karamazov Kardeşler ise, düşünce ve fikir açısından da zirvesi Cinler romanıdır. İnsanın kader ve inanç eksenindeki karanlık noktaları, açmazları var olduğu sürece, ve insanlık yazgısını değiştirebilecek özgürlüğe ulaşmaya çalıştığı sürece Dostoyevski okunacak, okunacak, okunacaktır...
“Cinler”, F. Dostoyevski
Çev: Ergin Altay
İletişim Yay. 2011
Yorumlar
Yorum Gönder