Attilâ İlhan'ın ardından




Hatırlıyorum o günü... 2005'in 11 Ekim'ini yani... Ama esas 12'sinde çarpmıştı bana gerçeklik. Üniversitedeydim o zaman. Derse gidiyordum, büfede durup gazete aldım. Hiç unutmuyorum, kırmızı harfli Cumhuriyet yazısının altında karakalem bir portresi vardı. Portrenin yanında da şiiri. Haberi bir önceki gün almıştım aslında ama idrakim biraz geç oldu sanırım. O sırada, okulda, elimde gazete, bölüme doğru yürürken bir anda gözlerimden yaş gelmeye başladı. 

"Türk Edebiyatı'nın Kaptan'ı" diye nitelemişti gazete, yanlış hatırlamıyorsam. "Kaptan," diye fısıldadım kendi kendime. Yürür vaziyette, hiç beklemediğim bir anda ağlamaya başlamıştım.

Derken şiirlerinden mısralar dağınık, rüzgârda savrulan yapraklar gibi gelip geçtiler zihnimden. Ardından kahramanları... Mahmud Ersoy, Yüzbaşı Demir, Ümid, Leman, Ferid, Suat... Hikâyeler, imgeler, kişiler, olaylar, düşünceler... Başlı başına bir dünya bırakıp bize, gitmişti Kaptan... Artık bıraktığı o dünya ile yetinmek zorundaydık. Sisler Bulvarı'nda yalnız yürüyecek, ardımızdan gölge gibi gelenin İstanbul olduğunu tek başımıza fark edecektik. Paris'te onun bıraktığı izleri arayacak, İzmir'de Fevzi Paşa Bulvarı'ndaki on ikinci ağacın altında nöbet tutacaktık... Sokakta gördüğümüz bir kadına her defasında Belma Sebil ismini yakıştıracak, yağmurlardan korkacaktık... İşin hazin yanı bunların hepini artık o'nsuz yapacaktık...

"üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak"

Hikâyen hep anlatılacak Kaptan!

Yorumlar