İstanbul Treni - Graham Greene
Graham Greene’i
her okuduğumda şaşkınlığa kapılıyorum. Daha önce de yazmıştım, “polisiye
yazarı” diye geçer Greene pek çok yerde. Öncelikle, onun romanlarının
polisiye olduğunu düşünmüyorum. Belki polisiyeyi çok seven bir yazar olabilir.
Ama Graham Greene tıpkı döneminin gerçekçi ve modernist yazarları gibi insan
odaklı yazan, insana ait duygu durumlarını, insanlık hallerini mercek altına
alan bir romancı. Hem de çok incelikli ve zekice yapıyor bunu.
İstanbul Treni’nde, Ostend’den
İstanbul’a giden şark ekspresindeyiz. Bir siyasi, firari mahkum, Doktor
Czinner; bir gazeteci Mabel Warren; Warren’ın kız arkadaşı Janet Pardoe;
dansçı, güzel bir kız Coral; bir çoksatan yazar Bay Savory ve bir de Yahudi
tüccar Myatt. Trenin yol aldığı karlı geceler boyunca bu kişiler vagonlar
arasında, kompartmanlarda, yemekli vagonda bir şekilde tanışırlar ve ilişkiler
birbirine girer. Hikâyenin sonunu baştan söyleyelim: Bizim siyasi mahkum
Czinner, büyük bir isyan planladığı Belgrad’da yakalanacak ve askerler
tarafından öldürülecektir. Dansçı kızdan hoşlanan Myatt, onu Belgrad’da
kaybedecek ve aramak için gönlünü ferahlatan ufak bir çabanın ardından trene
dönecektir. Sonunda da İstanbul’a varan Myatt, Janet Pardoe ile hayatına devam
etme kararı alacaktır.
Hikâye ve olay örgüsünün üzerinde
çok durmuyorum. Öyle sanıyorum ki Greene de öyle yapıyor. Bunu hikâye zayıf
anlamında söylemiyorum ama çok göze batan, bağıran, okuyanı dehşete düşürmeye
çalışan bir hikâye yok burada, onu kastediyorum. Hatta belki de kimine göre
gayet sıradan olarak bile düşünülebilir. Esas mesele insanlık halleri.
Doktor Czinner, Belgrad’a vardığında
başlatacağı, büyük bir halk hareket örgütlemiştir. Ancak oradaki yoldaşları
günü beklemezler ve iki gün önce harekete geçerler. İsyan başarısız olmuştur.
Doktor bu haberi trende alır. Ve aldığında da sessizce düşünür. “Acele
ettiler,” der kendi kendine fakat kızmaz onlara. Anlar insanları. Çok iç
acıtıcı bir sahnedir. Beş yıllık saklanma yaşamında hazırlığını yaptığı şey,
birden bire başkalarının elinde çöpe gitmiştir ve artık kendisi de yakalandığı
yerde yargılanacaktır. Önce geri dönmeyi düşünür. Sonra devam etmeyi.
Belgrad’da trenden inecek, teslim olacak ve yargılanacaktır. Mahkemede
savunmasını yapacak ve bu savunma halk hareketlerinin tarihine geçecek,
binlerce insanın dinlediği, ezberlediği bir konuşma olacaktır. Yol boyu
konuşmasını kurar kafasında. Ne var ki, Belgrad’da olağanüstü hal ilan
edilmiştir ve istasyonda onu yakalayan askerler, hemen oracıkta, seyircisiz,
habercisiz bir askeri mahkeme kuruverirler. İnsanın içini parçalayan bir an.
Doktor Czinner orada da beş yıllık suskunluğunun karşılığını bulamaz. Kimse
yoktur onu duyacak ve idam edilecektir. Esir tutuldukları odadan, iş bilir
hırsız Grünlich’in becerisiyle kaçıp koşmaya başladıklarında da en arkada kalan
ve askerlerin açtığı ateşin hedefi olan yine o olur. Coral’ın onu sakladığı bir
konteynerin içinde, karanlık ve ıssız bir gecede can verir. İyi niyetli,
kurnazlıktan uzak, insanları, yoksul insanları her şeyin önüne koyan Doktor
Czinner böyle iç burkan bir başarısızlıklar silsilesiyle ölür.
Yine başkasına yardım etmeye
çalışan, iyi niyetli dansçı kız Coral da sınır dışı edilerek ülkesine
gönderilecek, İstanbul hayallerine, Myatt’la kuracağı yeni hayata böylece veda
edecektir.
Bu romanın kazananları bencillerdir.
Başarı hırsını hep diri tutan gazeteci Warren, para hesaplarını ve ticaretini
her an düşünen Myatt, karşılaştığı her durumda mutlaka kendini kurtarmayı amaç
edinen Grünlich. Onlar bu tren yolculuğundan kârlı çıkanlar olurlar. Belki bir
bencillik sorgulaması ya da dünyanın adaletsizliğine bir isyan olarak da
değerlendirilebilir bu roman. İkisi de aynı kapıya çıkar ne de olsa.
Hepsinin ötesinde Graham Greene’i
benim için farklı bir yere koyan yönü ise, asla dikkat çekmeye çalışmaması, çok
dar alanlarda (yazının dar aralıklarında), usulca, insanın içindeki o iyilik,
zaaf, fedakârlık, artık her ne ise o nüveyi okuyana geçirebilmesidir.
Gösterişli, büyük laflar etmeden, insanlardan fazla bir şey beklemeden, olduğu
gibi, tam da dünyadaki gibi anlatır ne anlatıyorsa.
Yorumlar
Yorum Gönder