Emile Zola ve hakikat
Vüs’at O. Bener’in Sarhoşlar öyküsünde bir tasvir:
![]() |
Emile Zola |
“Sigarasından her nefes çekişinde tel gözlüğü parıldıyor. Karışık bir herif bu. Alaycılığından çekinirim, yıkıcıdır. Kule alınlı tiplerden. Zola hayranı. Bir farkla, ‘hakikat’ uğruna öyle sonuna dek döğüşeceğini pek sanmam...”
Bu son cümleyi okudum ya, öykünün geri kalanı zihnime ulaşamadan gözlerimden geçti gitti. Zihnimde Zola...
Zola’nın, Yüzbaşı Dreyfus davasındaki duruşunu, çabasını öğrendiğimde nasıl sarsıldığımı, nasıl hayranlık duyduğumu hatırladım. “Hakikat uğruna sonuna dek dövüşen” biri... Kısaca anlatacak olursam, Yahudi kökenli Fransız subayı Yüzbaşı Dreyfus, Almanlara bilgi sızdıran bir ajan olmakla suçlanır ve hapse atılır. Oysa asıl casus başkasıdır ve o da ortaya çıkar. Ancak siyasi kaygılar dolayısıyla, esas casus Easterhazy aklanır ve Dreyfus’un mahkumiyeti sürdürülür. İşte bunun üzerine
Emile Zola bir kampanya başlatır. Gazetelerde Dreyfus’un suçsuzluğunu, onun Yahudi asıllı oluşundan dolayı siyasi gerekçelerle içeride tutulduğunu anlatan yazılar kaleme alır. Ancak basın-yayın kanalları da büyük oranda hükümet tarafındadır (şaşırdık mı?). Zola “sonuna dek dövüşen” biri olduğu için, zamanla yazı yazacak yayın organı bulamayacak duruma gelse de el ilanları basıp dağıtarak mücadelesini sürdürür. Sonunda meşhur, çok ses getiren makalesini yazar: Suçluyorum (J’Accuse). Bunun üzerine tabi (yine şaşırmıyoruz) o da yargılanır ve mahkum edilir. İngiltere’ye kaçırılır. Bir yıl orada yaşamak zorunda kalır. Neyse uzatmayalım, on iki yıl sonra, yeniden açılan dava sonucunda Easterhazy suçunu itiraf eder, Dreyfus tutulduğu Şeytan Adası’ndan geri getirilir, sökülen rütbe ve madalyalarını geri kazanır. Ancak işin tatsız yanı, Dreyfus davada suçsuz bulunmamıştı, yeniden yargılamada da suçlu bulunmuştu ancak artan kamuoyu tepkisi nedeniyle Cumhurbaşkanı onu affetmişti. İşte Zola burada bile, bu affı “masum bir insanın yeniden mahkum edilmesi” olarak niteler.
Emile Zola bir kampanya başlatır. Gazetelerde Dreyfus’un suçsuzluğunu, onun Yahudi asıllı oluşundan dolayı siyasi gerekçelerle içeride tutulduğunu anlatan yazılar kaleme alır. Ancak basın-yayın kanalları da büyük oranda hükümet tarafındadır (şaşırdık mı?). Zola “sonuna dek dövüşen” biri olduğu için, zamanla yazı yazacak yayın organı bulamayacak duruma gelse de el ilanları basıp dağıtarak mücadelesini sürdürür. Sonunda meşhur, çok ses getiren makalesini yazar: Suçluyorum (J’Accuse). Bunun üzerine tabi (yine şaşırmıyoruz) o da yargılanır ve mahkum edilir. İngiltere’ye kaçırılır. Bir yıl orada yaşamak zorunda kalır. Neyse uzatmayalım, on iki yıl sonra, yeniden açılan dava sonucunda Easterhazy suçunu itiraf eder, Dreyfus tutulduğu Şeytan Adası’ndan geri getirilir, sökülen rütbe ve madalyalarını geri kazanır. Ancak işin tatsız yanı, Dreyfus davada suçsuz bulunmamıştı, yeniden yargılamada da suçlu bulunmuştu ancak artan kamuoyu tepkisi nedeniyle Cumhurbaşkanı onu affetmişti. İşte Zola burada bile, bu affı “masum bir insanın yeniden mahkum edilmesi” olarak niteler.
![]() |
Yüzbaşı Alfred Dreyfus |
Yüz yıl sonra okuyunca insana masal gibi geliyor, değil mi? Oysa hayranlık veren, insanı sarsan, müthiş bir mücadeledir bu. Müthişliği de işte o “hakikat” uğruna oluşundadır. Başka hiçbir şey değil, yalnız hakikat.
Emilé Zola o kadar hakikat düşkünüdür ki, romanlarında karakterlerin yaşadığı bütün sıkıntıyı, bunalımı, ne yapar eder o kelimeler yoluyla okuyucusuna da yaşatır. Ee, gerçeği en iyi deneyimleyerek öğrenir insan ne de olsa. Örnek mi? İşte orada Theresé Raquin! Yahu adam Gerçek diye kitap yazmış, var mı söylenecek başka şey?
Yorumlar
Yorum Gönder