Bir Ölü Lâzım: Semprun'un tanıklıkları
Bir Ölü Lâzım,
Semprun Baba’nın müthiş zekice kaleme aldığı, anılarından yola çıkarak, hatta
yola çıkarak demeyeyim, anılarını hamur olarak kullanarak ortaya çıkardığı bir
roman.
Kitabın konusu yukarıda yazdığımla
sınırlı gibi görünür fakat genişletilirse, İkinci Dünya Savaşı, Nazi şiddeti,
Franco diktası dönemlerinin ince, mizahi öğeler içeren bir değerlendirmesine
varılır.
Aranan ölü bulunur, gereken
operasyon da yapılır yapılmasına fakat bu olayın üzerine Semprun’ü bekleyen bir
sürpriz vardır. Kampın komünist liderleri tarafından birden bire sorguya
alınır. Birkaç soruda hemen anlar Semprun bunun nedenini. Babası onu merak
etmiş, ve tanıdığı biri olan Franco’nun Paris Büyükelçisi’ne haber yollayarak
oğlundan haber almak istemiştir. Bu bilginin komünistlere ulaşmasıyla tabi ondan
şüphelenmeleri de başlamıştır. Fakat bahsettiğim bu sorgu sahnesi romanın
sonunda yer alır ve aslında kitabın konusunu, olay örgüsünü çok da etkileyen
bir nitelikte değildir. Daha ziyade burada Semprun’ün, siyasi kliklerin insani
olana, insanlık durumlarına yabancı kalan, uzak duran bakışlarına bir
eleştirisi belirmektedir.
Yazarın kendisini dramatize etmesi
Romanın geneline bakılacak olursa,
toplama kamplarına yönelik, birinci gözden aktarılan müthiş sahneler, anılar ve
tecrübeler içermekte. Ama bence bu kitabın daha önemli bir özelliği var.
Birincisi, romanın kahramanı Semprun’ün kendisi ve kendisini hem bir dramatik
karakter haline sokarken bir taraftan da romanı yazan Semprun olarak oradaki
anılarına değerlendirmeler getirmekte. Bu anlatı yapısı başlı başına özgün bir
tarz ve ilgi çekici bir yöntem.
Her şey bir gecede olup biter
İkincisi, romanın anlatım tekniği.
Kitabın tamamı aslında Semprun’ün arkadaşının, “Ölüyü bulduk,” diyerek onu
revire çağırmasıyla, Semprun’ün revire girip geceyi ölüyle geçirmesi ve sabah
sorguya girmesi arasında geçen kısacık bir dilimde cereyan ediyor. Fakat her
bölüm başında, “yazar Semprun” sahneyi hafifçe canlandırıp zaman sıçramaları
yaparak kendi anılarını anlatıyor. Yani her bölümde romanın ana zamanı kısacık
ilerliyor, eş zamanlı olarak da farklı yıllardan anılara yer veriliyor. Bu da
anlatım tekniği açısından, okuru sabırsızlığa sürüklese ve hatta belki bazıları
için sıkıcı olsa dahi, bence özgünlüğü ile ilgi çekiciydi.
Alıntılar
Kitaptan tadımlık iki alıntıyla bitirelim bu yazıyı:
- “...Belki de Tanrı yalnızca tükendi,” demişti Lenoir, “gücü kalmadığından. Tarihten çekildi Tanrı ya da Tarih O’ndan çekildi. Sessizliği var olmayışının kanıtı olarak görülmemeli, zayıflığının, güçsüzlüğünün kanıtı bu...”
- François L.’nin yüzüne bakıyordum. Bu yüzün üzerinde ruhun belirdiği, ölümünden bir saat sonra görülmeyecekti. Ne bir saat sonra görülecekti, ne de herhangi bir zaman. Ruh, yani yaşam risklerinden zevk alma, merak, başkasıyla birlikte var olmanın, başkası için var olmanın cömertliği, öteki olma becerisi, kısacası arzu ve proje bakımından kendinin önünde olma becerisi, aynı zamanda da bellekte, kökleşmede, aidiyette sonsuza dek sürüp gitme becerisi; ruh, kuşkusuz kolay bir sözcükle, fazlasıyla kullanışlı ama yine de açık seçik bir sözcükle ruh, François’nın bedenini terk edeli çok olmuştu, yüzünden çoktan firar etmişti, yok olarak bakışını boşaltmıştı.
Bir Ölü Lâzım
Jorge Semprun
Can Yayınları, 2006
Yorumlar
Yorum Gönder