Denizi Yitiren Denizci: Lirik anlatım, keskin gerçek

İlginç, şaşırtıcı, hatta sarsıcı demek daha doğru, bir romanla karşı karşıyayız. Başlarken, vereceklerinin çok azını vaat eden, fakat sonuna gelindiğinde beklenmeyen bu kazançla insana tatmin duygusu yaşatan bir roman Denizi Yitiren Denizci

İki bölümden oluşuyor roman, yaz ve kış. Bir mağaza sahibi Fusako, oğlu Noboru ile yaşamaktadır. Bir gün denizci Ryuji’yle tanışır, birlikte olurlar. Noboru odasında duvarda bulduğu bir delikten annesini, annesinin çıplaklığını ve denizciyle sevişmelerini izler. Denizcinin aileye girişi mutlu eder hem Fusako’yu hem de Noboru’yu. Noboru öte yandan bir çocuk çetesinin üyesidir ve bu çete eğitimi reddeden, eğitimin Batı’nın insanları ve onların zihinlerini iğdiş eden bir aracı olduğunu düşünen, ‘nihilist’ olarak değerlendirilebilecek bir çetedir. Ryuji ise modern dünyadan kopuk, denizlerde yaşayan, vahşi, bu haliyle de iğdiş edilmemiş, evcilleştirilmemiş bir Doğuludur. Noboru’nun annesi ise tam tersi, Batıya özenen, onu örnek alan bir modern, Batının simgesidir. 

Simgesel olarak Fusako Batı’yı, Ryuji ise Doğu’yu temsil eder. Üstelik Ryuji’nin denizde yaşamayı seçmesinin sebebi denizi sevmesi değil, karadan nefret etmesidir. Bu Doğu’nun Batı’dan nefret etmesi olarak da okunabilir. 

Üçlü bir arada bir süre yaşadıktan sonra Ryuji son bir sefere daha çıkar. Onun dönüşüyle romanın ikinci bölümüne geçeriz. İkinci bölüm kıştır. Hava soğumuştur. Karadan nefret ettiği için denizci olan Ryuji, Fusako’nun ona sunduğu düzenli ve huzurlu hayat karşısında karada yaşamaya kendisini alıştırmaya başlar, deyim yerindeyse kendisini modernize eder, evcilleştirir. İşte denizcinin bu evcilleşme süreci Noboru için tam bir düş kırıklığı olur. Baba edinmek istediği, kalıplara sığmayan vahşi denizci artık Avrupalı gibi giyinen, İngilizce öğrenmeye başlayan, öfkesini kontrol altına alan bir adam haline gelmiştir. Derken, Ryuji ve Fusako’nun seviştikleri bir gece Ryuji duvardaki deliği fark eder ve Fusako oğlunun kendilerini izlediğini anlar. Anlamasıyla büyük bir öfke patlaması yaşar ve derhal Noboru’nun yanına gider, bağırır çağırır. Arkasından Ryuji gelir. Önce ne diyeceğine karar veremez, bir süre düşündükten sonra anlayışlı ve akılcı baba rolünü oynamaya karar verir ve bu dehşetli olay karşısında sakin bir nasihat çekmekle yetinir. Noboru için her şeyin bittiği an da budur, düş kırıklığı onulmaz bir aşamaya gelmiştir. “Bu adam böyle sözler edebilir mi? Bir zamanlar öylesine parlak bir kahraman olan adam bu mu? Bana bunu nasıl yapabildin?”

Artık Doğu Batı’nın etkisi altına girmiş, evcilleştirilmiştir. Batı Doğu’yu iğdiş etmiştir. Bu Ryuji’nin son suçudur. Noboru defterine Ryuji’nin suçlarını kaydederken bu maddeyle birlikte artık sona geldiğini düşünür. Çete toplantısında Ryuji’yi öldürme fikrini Şef’e iletir. Burada atlanmaması gereken bir nokta var. Ryuji’nin suçları listesinde belki de en önemli madde, “Buraya geri gelmek” maddesidir. Yani Noboru için mesele aslında annesiyle arasına birinin girmesi, hayatına bir babanın katılması filan değildir. Denizlere ait olan, karadan nefret eden, Batı eğitiminden geçmemiş, yaban Ryuji’nin karaya dönmesi, modernize olması ve evcilleşmeyi seçmesidir. Bütün bu suçlarının sonunda Noboru’nun da üyesi olduğu çete onu ıssız bir yere götürecek ve zehirleyecektir. Son sahnede Ryuji çocuklara denizciliği anlatırken o eski hayallerinin ve tasavvur ettiği yüceliğin bitmiş olduğunu - kendisi için - fark eder ve bir tür yenilmişlik hisseder. Noboru’nun eylemi ona kaybettiği ya da vazgeçtiği yüceliği yeniden kazandıracaktır. 

        “Daldığı düşten ayılmadan, ılık çayı başına dikti. Çay buruktu. Bilirsiniz, buruk olur tadı yüceliğin.”

Ne harika bir son cümle ama!

Yazıyı bitirmeden romanın anlatım güzelliklerine de değinmek gerekli. Mişima anlatısını ‘süslü’ denemeyecek - çünkü sonradan eklenmiş, iğreti bir süs değil bu - hayli etkileyici, yer yer lirik denebilecek tasvirlerle sürdürür. Birkaç örnek:

        ...Adamın inip kalkan göğsündeki kıllar, loş ışıkta titrek gölgeler yapıyor; ürkütücü, parlak gözleri soyunan kadından ayrılmıyordu. Arkadan adamın omuzlarına vuran ay ışığı, boynundaki kabarmış atardamarı yaldıza boyuyordu. Bu etin gerçek, doğal yaldızıydı, ay ışığının ve parlayan terin oluşturduğu bir yaldız. Annesinin soyunması uzun sürüyordu. Belki bile bile uzatıyordu.
        Birden bir geminin uzun uzun öten düdüğü açık pencereden aktı, odayı doldurdu - bitmez tükenmez, kapkara, ısrarlı bir acı çığlığı gibi. Zifiri kara, bir balina sırtı gibi tekdüze, tüm gelgitlerin hırsıyla, sayısız seferlerin anısıyla yüklü, sevinçle kederle yüklü bir ses: denizin çığlığı. Gecenin bütün ışıltısını ve çılgınlığını taşıyan bu düdük sesi, açık denizlerden, suların ölü derinliklerinden küçük odadaki koyu renkli can suyuna duyulan susuzluğu ileterek pencerede patladı.
          Tsukazaki omuzlarının sert bir hareketiyle döndü ve denize doğru baktı.
        Bu, bir mucizenin parçası olmak gibi bir şeydi: O anda, doğduğu günden bu yana oluşan ve biriken ne varsa Noboru’nun göğsünde dertop olup bir yana itildi. Düdük ötünceye dek, her şey sadece bir deneme, bir taslaktı. En seçilmiş malzemeler toplanmış, eşref saati beklemek üzere hazırlanmıştı. Ne var ki, bir tek gerekli unsur eksikti: Bu gerçek kırıntılarından göz kamaştırıcı bir saray yapmaya yetecek güç yoktu ortada. Oysa, düdük sesiyle parçalar bir bütünde birleşip kaynaştı. 
                  Toplanan parçalar arasında ay ışığı ve sıcak rüzgâr, bir kadınla bir erkeğin duyarlı, çıplak eti, ter, parfüm, denizde geçen yaşamın izleri, dünyanın dört bir yanındaki limanların silik anısı, donuk, soluksuz bir gözetleme deliği, yeniyetme bir çocuğun demir yüreği vardı - ama bir Çingene falcının destesinden çekilmiş bu kağıtlar dağınıktı, hiçbir anlam taşımıyor, hiçbir şey söylemiyordu. Sonunda, düdüğün haykırışıyla birden, evrensel düzen kurulmuş ve yaşamın kaçınılmaz döngüsü ortaya çıkmıştı - iskambiller şimdi çift çift ayrılmıştı: Noboru ve annesi - annesi ve adam - adam ve deniz - deniz ve Noboru...
                  Noboru’nun soluğu kesilmişti. Ter içindeydi. Her yanı uyuşmuş, kaskatı olmuştu. Çözülen bir yumağın kutsanmış bir görüntüyü çizişini izlemişti kuşkusuz. Ve bu kutsal görüntünün korunması gerekliydi; çünkü anladığı kadarıyla bu görüntünün, bu oluşumun on üç yaşındaki yaratıcısı, yaradanı kendisiydi.
                  Noboru kendinden geçercesine, “Bu kaybolup giderse, dünyanın sonu demektir,” diye mırıldandı. “Ne denli korkunç olursa olsun, bunu yıkacak her şeyi durdurmak için elimden geleni yapacağım!”

Bazen roman içinde öyle noktalar görüyorsunuz ki, sanki Mişima’nın dile, anlatım gücüne ve üsluba yönelik doğaüstü bir yeteneği var ve derdini anlatmak için bu yeteneğini ön plana çıkarmıyor, bastırıyor. Şu aşağıdaki iki alıntı işte o yeteneğin işaretlerinden örnekler:

        Fusako’nun sipariş ettiği naneli frappenin içine, nedendir bilinmez sapıyla birlikte bir vişne koymuşlardı. Fusako vişneyi dişleriyle sapından kopardı, çekirdeğini de cam tablaya attı.
        Gökyüzünde asılı duran günün son ışıkları öndeki büyük pencerenin dantel perdelerinden sızıyor, hemen hemen boş olan salonu dolduruyordu. Işığın titreşmesinden olacak, yeni yeni kurumaya yüz tutan o sıcak, pembe vişne çekirdeği, Ryuji’ye müthiş baştan çıkarıcı göründü. Birden uzandı, çekirdeği alıp ağzına attı. Bir şaşkınlık çığlığı yükseldi Fusako’nun dudaklarından, sonra gülmeye başladı. Hiç böylesine huzurlu bir fiziksel yakınlık ânı yaşamamıştı.

...

        Artık kanalın öte yakasındaki kereste yığılı alanları görebiliyorlardı. Sıcak bir kızıllık Fusako’nun yüzüne vurana dek horozlar ötüp durmuştu. Sonunda bütün serenlerdeki fenerler söndü ve gemiciler hayal gibi, limana çöken sisin içinde kayboldu. Sonra, ufuk çizgisinde öfkeli bir kızıllık yayıldıkça, arkalarındaki park beyazımsı bir boşluğa büründü, deniz fenerinin aydınlığı çekildi. Geriye sadece iğne başı gibi görünen kırmızı ve yeşil ışık noktaları kaldı.

Denizi Yitiren Denizci, lirik anlatımı, pastoral tasvirleriyle okuma zevkini taçlandıran; aynı zamanda da baştan sona ince hesap edilmiş, simgeleri yerli yerinde kullanan ve okuyucunun zekâsına seslenen önemli bir yapıt. 


Denizi Yitiren Denizci
Yukio Mişima
Çev: Seçkin Selvi
Can Yayınları, 2017

Yorumlar