Ankara nereye?

12 Aralık 2018, Çarşamba
Tunalı’ya geldim, yürüdüm biraz. Nerede otursam derken, keşke Flamingo dursaydı diye geçirdim içimden. Başka bir pastaneye oturdum, yeni nesil, ‘lüks’ olanlarından. Şimdi pastaneler bile gösteriş merakının mekânları oldular. Oysa eskileri ne güzeldi. Pastane dediğin, sakin, sevimli, kalender yerlerdi. Hele ki öylesi, aile işletmesi bir pastaneye girip oturmak, salep içmek, dilim pasta yemek filan, gönendirirdi insanı. Şimdi? Ne yana baksak aynı görgüsüzlük, aynı şımarıklık, gösteriş furyası her tarafta. 


Ankara sokaklarına çıkıp yürüdükçe, çocukluk anılarımı canlandırdıkça zihnimde, bu kadar mı değişir bir kent diyorum. (Daha fazla değişen kentler de vardır, söylediklerim onlar için de geçerli elbet.) 

Bizim şehirlerimizin belleği yok diyeceğim ama bellek değil asıl mesele. Bitmez tükenmez bir değişimin altında yoğruluyor şehirlerimiz. Kendine has mekânlar, bulunduğu şehre tat ve renk katan, yaşayanların alışkanlıklarında ve yaşayışlarında yer edinmiş mekânlar hayatta kalamıyor bu ülkede. Bir cadde, bir sinema, pastane, restoran, fırın… Bakıyorum Ankara’ya: Batı Sineması vardı, Olgunlar’dan bir sandviç alıp filme girilirdi. Artık yok. Sakarya’nın barları örneğin, büyük çoğunluğu tuhaf, gürültülü yerlere evirildi. Akman Pastanesi ve her gün hazırladığı bozası. İzmir Caddesi’ndeki mağazalar. YKM’nin önü, buluşma noktası. Hiçbiri kalmadı. Kavaklıdere Sineması nerede? Karum hâlâ var ama içi boş. Botanik Parkı’nda yürüyüş yapılırdı, şimdi in cin top oynuyor. Atakule bile yıkılıp yeniden yapıldı ve her tarafta bulunan alışveriş merkezlerinin bir kopyası oldu. Tunalı Hilmi’deki pasajları gezmek bir zevkti örneğin, şimdi bakıyorum dükkânların çoğu boş. Kim bilir aklıma gelmeyen daha neler var. Kitapçılar var mesela, Karanfil, Konar sokaklar ve Yüksel Caddesi bir kitap zenginliğiydi. Şimdi çoğunluğu garip isimli kafelere dönüşmüş durumda. İşin bir de o boyutu var: Bahsettiğimiz işletmeler kapanıyor da ne oluyor peki? Yerlerine ya kafe, ya dönerci ya da süpermarket açılıyor. Yemeye içmeye mi verdi kendini insanlar? 

Çağın fetişlerinden biri ‘yenilik’ şüphesiz. Tutulacaksan yepyeni olacaksın. Yeni açılan bir yere hemen gitmek, orayı denemek gerekiyor. İnsanlarda var bu dürtü, nereden çıktı bilmiyorum ama “Şurada filanca açılmış, hafta sonu gidelim,” cümlesini sık sık duymuyor muyuz? Yeniyi matah sanıyoruz. Yenilere gide gide, eskileri bitiriyoruz. Eskiden ‘müdavimlik’ vardı mesela, şimdi yok. Şimdi hep değiştirme var, hep yenileme. Derinliği olmayan insan nasıl ki kendinden sıkılırsa, çağımız da öyle sanki, kendisiyle kalamıyor. 

Bu söylediklerim “geçmiş ne güzeldi” romantizmi değil, hayır, o havada söylemiyorum bunları. Fakat anlamaya çalışıyorum gidişatı, nasıl bir zamanda yaşıyoruz?
Bu kentte insanlar birer ikişer şehirden çıkıyor, uzak mahallelere, uydu kentlere göçüyor. Ekmek, süt almaya dahi arabayla gidiliyor mesela. Yeni nesil, içinde her şey olan pastaneler var, oralarda pahalı yemekler yeniyor. Sinemaya alışveriş merkezlerinde gidiliyor. Terziye de çiçekçiye de öyle. Sonra mesela, iş merkezlerinin alt katlarında adına ‘yaşam sokağı’, ‘yaşam merkezi’ denen eklektik, şehir hayatıyla ilişkisi olmayan ama lüks, ama şık ve pahalı yerler açılıyor. Meyhaneye iş merkezinde gidiliyor, orada kadeh tokuşturuluyor. Konserler otoparklarda veriliyor. Nerden baksan tutarsızlık! Ancak gidişat bu. Kentlerimizin yaşama şekli değişiyor resmen, değişsin tabi ama bu değişim yönü, bu gidişat, çok ama çok tuhaf geliyor bana.

Yorumlar