İsveç Kibritleri
Uzun zamandır dilimizde baskısı bulunmayan İsveç Kibritleri, çiçeği burnunda yayınevi Eriken sayesinde, yeni bir çeviri ve şık bir baskıyla raflarda yerini aldı. İç kapakta, romanın geçtiği Labat Sokağı’nın aydınger kağıdına basılmış bir deseni mevcut, çok hoş. Ayrıca bir de Robert Sabatier’yle olan arkadaşlığı dolayısıyla birinci elden tanıklıklara dayanan ve Sabatier hakkında zihnimizde belirgin bir imge oluşmasını sağlayan Francis Esménard imzalı önsöz de yine bu baskıya zenginlik katan şeylerden biri. Böyle özenilmiş baskılarla karşılaşınca bir okur sevinci oluyor doğrusu.
İsveç Kibritleri, Paris’in Montmartre bölgesinde, çoğunlukla yoksul insanların yaşadığı birkaç sokak arasında geçen, Olivier’yi, Labat Sokağı’nın iyi kalpli, serseri ufaklığını anlatan bir roman. Daha ilk sayfalarda, Olivier’nin içinde yalnızca annesinin yer aldığı küçük çocuk dünyasının, annesinin ani ölümüyle yıkılışına şahit oluruz. Konu komşunun doluştuğu evde, ne olduğunu anlayamayan, suçluluk, korku ve çaresizlik içinde kıvranan Olivier’yi sevmemek, onun için bir şey yapamamanın çaresizliğini duymamak olanaksızdır. Hele ki birkaç gün sonra, cenaze masraflarını toparlayabilmesi için Olivier’ye annesinin tuhafiye dükkânının müşterilerini dolaştırdıkları sahnelerde insan, yüreğinin mengene altında ezildiğini duyuyor adeta. Fakat Sabatier bu denli trajik bir durumu, en küçük bir dramatizasyona kaçmadan, abartıya, süslemeye hiç yüz vermeden, belirli bir mesafeden ve bir gözlemci nesnelliğinde anlatmayı tercih ediyor. Romanın tamamında bahsettiğim bu mesafeli anlatı hâkim. Dramatik de değil, mizahi de değil, matrak da sayılmaz. Okurun yüzünde belli belirsiz bir tebessüm ve hüznü aynı anda bırakan bir dili var Sabatier’nin.
Annesi ölen Olivier, kuzeni Jean ve eşi Elodie ile yaşamaya başlar. Ancak genç çift de sokaktaki pek çokları gibi yoksuldur ve Olivier’nin hem maddi hem de duygusal olarak ihtiyaçlarını karşılayabilmekten çok uzaktırlar. Yeni döneme kadar okula ara vermek zorunda kalan Olivier sokaklara çıkar. Neredeyse uyanık olduğu her dakika sokaktadır. Bazen komşulardan birinin evine girip ikram edilenleri yer, bazen yaşlılara yoldaşlık eder, bazen de arkadaşlarıyla gezinti ve oyunlara katılır. Karşılaştığı zor anlarda onu koruyan, zaman zaman onu yanında gezdirip bir işe yaradığını hissetmesini sağlayan ve herkesin de temkinli bir çekingenlikle yaklaştığı, altmışlı yaşlarında bir dostu vardır: Bougras. Sokağın vamp kadını Mado, bıçkın kabadayı Mac, Olivier’nin yakın arkadaşı Loulou…
Gündelik maceralar arasında gezinirken, kendisiyle baş başa kaldığı anlarda düşündüğü, dert ettiği, üç şeyi vardır Olivier’in: İlki elbette ölüm. Annesinin ölümünü tam olarak anlamlandıramaz, ne yapacağını bilemez fakat hayattan, yalnızlıktan, insanlardan korktuğu anlarda hep Virginie’nin imgesine sarılır. İkinci meselesi yoksulluktur. Gastounet’in masada bırakmasıyla alıp cebine attığı isveç kibritleri Olivier’nin tek sahip olduğu şeydir. Güce, bir çözüme, anahtara ihtiyaç duyduğu anlarda cebindeki kibritlere tutunur sıkı sıkı. Başka hiçbir şeyi yoktur ve hayattaki en büyük hayali bir İsviçre çakısı alabilmektir. Üçüncü meselesi de sanıyorum diğer çocuklardan ayrı düşmek, okula gidememektir. Onca trajik durumun yer aldığı bu hikâyede çoğu zaman okurun yüreğini burkan anlar Olivier’nin okula giden diğer çocukları izlediği sahnelerdir sanırım.
Bunları düşününce şunu fark ediyorum: İlk bakışta kitabın anlatım biçimi, başta bahsettiğim o mesafeli tavırdan ötürü, biraz yüzeysel ve basit görünüyor fakat sonra okuduğumuz kişinin henüz dokuz on yaşlarında bir çocuk olduğunu hatırlayınca, aslında ölüme karşı, yalnızlığa karşı, imrendiği şeylere karşı hissettiklerinin bu denli uçucu olmasının tam da onun çocuk oluşundan kaynaklandığını anlıyoruz, anlatımın mesafeliliğinden değil. Başka bir deyişle, bu dil, Sabatier’in ‘tercih’ ettiği bir tarz değil, Olivier nasıl düşünürse, nasıl hissederse tam da ona denk düşen bir dil. Bana kalırsa romanın alameti farikası da burada. Bu kitap gerçekten bir çocuğun zihninde yolculuk ediyor hissini yaratıyor okurda.
İsveç Kibritleri, Montmartre sokaklarında yoksul bir çocuğun gündelik ve küçük maceralarını anlatırken onun hayata meraklı ve ürkek gözlerle ve biraz da şaşkınlıkla nasıl baktığını resmediyor. Olivier’yi unutmak mümkün değil!
-----
İsveç Kibritleri
Robert Sabatier
Eriken Yayınları, 2025
Yorumlar
Yorum Gönder