Yazmak ya da yaşamak
Kurbağalara İnanıyorum 'u okuyorum bir süredir. Barış Bıçakçı, Behçet Çelik ve Ayhan Geçgin'in e-posta yoluyla ettiği sohbetlerin bir toplamı/seçkisi... Kitap okur gibi yapmıyorum aslında, sevdiğim yazarlarla sohbet etme hissini çabuk tüketmemek için, parça parça, kısa kısa okuyor, daha çok da sohbete katılır gibi düşüncelere dalıyorum. İşte şimdi oradan bir sohbet konusu: Diyor ki Barış Bıçakçı, “Yazar vaktinden önce yaşlanır, daha çabuk tüketir ömrünü, kendi ömrünün içini boşaltır.” Öyle midir? Bilmiyorum. “Yazmak ve “yaşamak” iki kutuplu bir çekişme midir? Yoksa başlı başına yazmak mıdır yaşamanın kendisi, bir yazar için? Yazdıkça mı var olur, yaşar? Yoksa yaşamayı bir kenara koyup yazmak için mi tüketir ömrünü? Kimine göre öyle, kimine göre de böyledir diyerek geçiştirilecek bir soru değil bu. Yaşamak nedir? Burada sorulan “İnsanın yaşamaktan anladığı nedir?” sorusu değil. Nesnel bir gerçeklik olarak, yaşamak nedir? Yazınca ve yazdıkça zevk alıyorum, haz duyuyoru...