Kayıtlar

Ocak, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yazmak ya da yaşamak

Kurbağalara İnanıyorum 'u okuyorum bir süredir. Barış Bıçakçı, Behçet Çelik ve Ayhan Geçgin'in e-posta yoluyla ettiği sohbetlerin bir toplamı/seçkisi... Kitap okur gibi yapmıyorum aslında, sevdiğim yazarlarla sohbet etme hissini çabuk tüketmemek için, parça parça, kısa kısa okuyor, daha çok da sohbete katılır gibi düşüncelere dalıyorum.  İşte şimdi oradan bir sohbet konusu: Diyor ki Barış Bıçakçı, “Yazar vaktinden önce yaşlanır, daha çabuk tüketir ömrünü, kendi ömrünün içini boşaltır.” Öyle midir? Bilmiyorum. “Yazmak ve “yaşamak” iki kutuplu bir çekişme midir? Yoksa başlı başına yazmak mıdır yaşamanın kendisi, bir yazar için? Yazdıkça mı var olur, yaşar? Yoksa yaşamayı bir kenara koyup yazmak için mi tüketir ömrünü? Kimine göre öyle, kimine göre de böyledir diyerek geçiştirilecek bir soru değil bu. Yaşamak nedir? Burada sorulan “İnsanın yaşamaktan anladığı nedir?” sorusu değil. Nesnel bir gerçeklik olarak, yaşamak nedir? Yazınca ve yazdıkça zevk alıyorum, haz duyuyoru...

Bir Ölü Lâzım: Semprun'un tanıklıkları

Resim
Bir Ölü Lâzım , Semprun Baba’nın müthiş zekice kaleme aldığı, anılarından yola çıkarak, hatta yola çıkarak demeyeyim, anılarını hamur olarak kullanarak ortaya çıkardığı bir roman.             Buchenwald toplama kampında, Semprun’un isminin Almanlar tarafından konuşulduğu öğrenilince, onu kurtarmak, korumak için yerine geçebileceği bir ölü gerekir. O ölünün bulunması ve Semprun’un onun ölmesini izleyerek yerine geçmesi süresince yaşadıklarını bir anı gibi okurken, bir taraftan da romanı yazdığı yıllarda, yani Buchenwald kampından yıllar sonra geriye dönüp bakan Semprun’ün görüşlerini, anımsamalarını ve içinden geçirdiklerini okuruz.             Kitabın konusu yukarıda yazdığımla sınırlı gibi görünür fakat genişletilirse, İkinci Dünya Savaşı, Nazi şiddeti, Franco diktası dönemlerinin ince, mizahi öğeler içeren bir değerlendirmesine varılır.      ...